Bilmiyordur

İnsan ve diğer tüm varlıklar dünyanın yaratılışından itibaren, her zaman eylemler gerçekleştirmiştir. İnsanın yaşamakta olduğu dünya bir fiiliyat zinciri üzerine kurulmuştur. Hiçbir şey yapmadan durmak bile bir eylem temsilidir. İnsanların çoğalmasıyla ve çoğalan insanların etkileşimleriyle, eylemler sürekli biçimde ortaya çıkmış ve farklılıklar göstermiştir. Bazen seçimler, bazen anlaşmazlıklar, bazen ise anlaşmalar ortaya konmuştur. Üzerinde bulunanların -ki toprak, taş, hayvanlar ve bütün varlık da buna dahil- gerçekleştirdiği bütün işlerden sebeple, dünyanın ilk günkü halinden eser kalmamıştır denilebilir. Tabi ki, insanlığın bu değişim ve gelişim sürecindeki payı kesinlikle yadsınamaz.
İnsanlar…
İnsanlık varoluşundan itibaren aramış ve aramaya devam etmiştir. Bu arayışın eserleri; yazı, tekerlek, barınma, gıdalar, madenler, maddenin tasarrufu, makineler, elektrik ve dünyanın dışına çıkış yani uzay olarak sıralanabilir. Peki ya sizce insanların, bunları yaparken bir veya birden fazla etik ve davranış bütünlüğüne bağlı kalması söz konusu değil midir? Hemen hemen herkesin “tabi ki” dediğini duyar gibiyim. İnsanlık, öncesinde farkında olmasa da belli başlı, etik ve davranış bütünlüğünün sağlanmasının, bu gelişim için gerekli olduğunu sonraları fark etmiştir. Bunlardan önemli bir tanesi olan ve gelişimin temelini esas alan, kural ve kaideler bütününü; beşeriyet “Bilim” olarak adlandırmıştır.
Bilim…
Bilim, insanlığa maddesel bütün varlığın incelenmesi olanağını sağlamıştır. Bilim, aynı zamanda mantığın ve aklın; irdeleme, araştırma, sorgulama gibi yol gösterici niteliklerini kullanarak gelişimi sağlamanın ana elemanı olmuştur. Bu sayede insanlığın farklı buluşlara imza atmasına katkıda bulunmuştur. Doğanın barınma hizmeti verdiği, hayvanlar aleminin her bir ferdinin, mesafe ve miktar algıladığı araştırmalarca doğrulanmıştır. Bu özellikleri, onlara tabii olarak verilmiş yani, doğumlarından itibaren matematikle tanışmış olarak, doğanın bir mensubu olmuşlardır. İnsanlık, diğer türler arasında ilerleme kaydetmeyi başarmış ve eşref-i mahlukat sıfatından münasebet gelişimini sürekli kılmıştır. Zamanla; fizik, kimya, anatomi, mühendislik ve bunun gibi disiplinlerin ortaya çıkmasını sağlamış, hayatın kolaylaşması için elinden geleni ardına koymamış, süregelen icatlar ve tetkikler zincirini başlatmıştır. Yani, belirttiğimiz üzere arayışın eserlerini ortaya çıkarmıştır. Misalen, piramitlerin kusursuz matematiği, insanların kendi ürettikleri halatlara sırasıyla 3-4-5 düğüm atmasıyla ortaya çıkmıştır. Yani bir bakıma, onlarda Pisagor abimize borçlu…
Evet, insanlık sürekli gelişmiş ve sürekli arayış içindeymiş fakat bilimle sadece maddesel arayışa neticeler arayabilmiş ve bulabilmiş. Peki insanlık, manevi dünyasında arayış için ne yapmış olabilir? Aramanın temel prensiplerinden olan; sorma ve sorgulama eylemlerini mükemmel şekilde ortaya koymaya çalışmıştır. İnsanlık, bu fiilleri -sormak ve sorgulamaktan bahsediyorum- gerçekleştirmekle sonuç almış, inançların ortaya çıkışına tanık olmuştur. Manevi arayışların sonucu; inançlar ortaya çıkmış ve inancın beraberinde insanların bütün fiili hallerinin düzenlenmesini sağlayan hükümler meydana gelmiştir. Zamana göre farklılık gösteren inançlar ortaya çıkmış ve bütün inançların mensupları bir düzene bağlı kalmıştır. Maneviyat dünyasında, ölümünden öncesinde ve sonrasında, böyle huzurlu olacağını keşfetmiştir insan. Din ve beraberinde gelen sorumluluklar ve apayrı düşünülmesi gereken manevi muhteviyat...
Din…
Aslında bir bakıma inançlar, dünyanın yaratıldığı andan itibaren ortaya çıkmış ve zamanla mensuplarını etrafında toplamıştır. İnançların, inananlara yaşam için belirttiği iman esaslı düzenler dinlerin oluşumunu sağlamıştır. Örneğin; Budizm, Hinduizm, Hristiyanlık, Maniheizm, Yahudilik, Sabiilik ve İslamiyet…
Örnek verdiğimiz bu dinlerin mensupları, her an o dinin buyurduğu düzene göre hareket eder. Çünkü mevzu bahis mensuplar bu şekilde müreffeh olacağını çok iyi tetkik etmiştir. Kalbindeki imanı böyle koruyacağını bilip ve bu şekilde inanmışlardır. Evet, maddi ve manevi arayışın temeli veya sonucu olarak bakabileceğimiz iki mefhum; Bilim ve Din…
İnsanlık, Bilim ve Din…
İnsanlık, arayışın sonuçlarını elde etmiş ve arayışın sonucunda maddesel buluşlarla ve inançlarla tanışmıştır. Tarih boyunca bu arayışın, zamana göre farklılık gösteren rekabetlere ve çatışmalara yol açtığı, insanlığın aşina olduğu durumlardır. Irklar, mezhepler, gruplar veya kalıplaşmış fikir yapılarına sahip iki insan arasında bu tür çatışmalar görmek günümüzde bile mümkündür. Bir bakıma, insanlar bu büyük arayışın, kendi addettikleri yolla, daha münasip sonuçlanacağını düşündüklerinden, kendi fikir yapılarını savunmuştur. Fakat bazen bu fikir yapılarını savunurken aşırılık ortaya çıkmış, uzlaşma ortadan kalkmış ve maalesef ki ölümle sonuçlanan hadiseler gerçekleşmiştir.
Bilim ve Din...
Bahsettiğimiz bu iki unsurda böyle görülmüş ve çoğu zaman ülkemizde de çatışmalara yol açmıştır. Kimi kesimlerce dinin bilimin önünde engel teşkil ettiği savunulmuş, din ve bilim arasındaki ilişki tamamen çelişki olarak nitelendirilmiştir. Peki sizce din ve bilim çelişir mi?
Örnek vermek gerekirse en sivri şekilde karşımıza çıkan “Evrim teorisi”. Ülkemizde kimi kesimlere göre evrim; İnsan ırkının maymundan geldiğini savunmakta ve bu kesimce insan eşrefi mahlukat olarak yaratılmıştır maymunla nasıl bir tutulur denmekte… Sonra ayan olacak muhtemel yorum; Bu bilimse, dinimiz ile bilim kesinlikle bağdaştırılamaz olacaktır. Daha sonra karşıt görüşteki kesim şu yorumu ortaya atmış olacaktır; Dinci insanlar, bağnazdır ve bilim onlar için hiçbir fayda gösteremez. Evet, galiba senaryo bu şekilde ilerleyip gidebilir. Peki din ve bilimin çelişki olduğu evrimle izah edilmiş mi olur?
Bana sorarsanız, iki kesimde otursunlar yerlerine araştırmaya, sormaya, sorgulamaya ve irdelemeye çalışsınlar. Evrim bu konuda kilit nokta gibidir kutuplaşmanın oluşturulabileceği bir nokta. Evrim insan ırkının maymundan geldiğini değil, insan ırkının DNA yapısının maymunla büyük oranda benzerlik gösterdiğini savunur. Bunun yanı sıra insan DNA’sının yüzde onluk kısmının mantar türünün DNA’ sına benzediğini söyler. İnsan ırkının kendi türüne has özelliklerinin DNA’ nın yaklaşık yüzde iki buçuğuna tekabül ettiğinden bahseder. Evrim teorisi, kesinlikle yaratıcıyı yok saymaz bilakis yaratıcının varlığına ve yaratılışı mükemmel bir şekilde gerçekleştirdiğini ifade eder. Evrim aslında bilimin ve dinin birbirini tamamladığı bir teoridir. Muhteşem bir düzenin din tarafından bize nakledilmesi ve bilim tarafından bize açıklanması arayışın en fevkalade özelliğidir. Aslında bilim dini yok saymadığını “Evrim teorisi” ile göstermiştir. Peki ya din açısından bilim…
Din maneviyat dünyamızda bize doğruları gösterdiğine inandığımız, iman ve inanç esaslı kural ve kaidelerine göre yaşadığımız bir kurum. Bakış açımızı değiştirip din açısından bilime bakarsak ne görürüz? Aklın ve mantığın dindeki yeri nedir? Din bu bakımdan bilime karşı mıdır?
Hazreti İbrahim’i düşünün mağarada sorgulayarak Rabb’ ini buldu ve bunu aklı ve mantığıyla gerçekleştirdi. İnsanların putlara tapmasının doğru olmadığını yine aklı ve mantığı aracılığıyla kendine telkin etti. İnsanların çoğunluk olarak putların tanrı olduğunu düşündüğü bir yerde doğruyu sorarak ve sorgulayarak buldu. Hazreti İbrahim Rabb’ ini bulacak kadar aklını ve mantığını oğlunu Rabb’ ine kurban edecek kadar inanç ve imanını ortaya koydu.
İnancının arkasında durarak, akıl ve mantığın dairesinde yaşamını sürdüren Hazreti İbrahim… Ömer Hayyam, Harezmi, İbn-i Sina, Bacon, Kepler ve Newton. Bu isimler Hazreti İbrahim örneğimize binaen sormuş, sorgulamış ve araştırmış bilim ve insanlık adına önemli buluşlara imza atmışlardır. Bu insanların önemli diğer bir özelliği ise dindar olmalarıdır. Yani ağzımdaki baklayı burada çıkartarak soruyu cevaplıyorum. Din de bilimin önünde engel teşkil eden bir unsur değildir. Din ve Bilim insanlığın ve bütün varlığın varoluşunun sebeplerini sonuçlarını açıklamak üzere bize bahşedilen unsurlardır. İkisi de belirli bir düzen ve davranış bütünlüğü ile varoluşu açıklamak ve nakletmek üzere bize tevdi edilmiştir. Evet, bilim dinden, din ise bilimden hiçte uzakta değildir bilakis birbirini mükemmel derecede tamamlayan ve insanların kendilerini kendileri için çalışmaya teşvik eden kurumlardır. Biyolog, Prof.Dr. Sinan CANAN bir konuşmasında şöyle diyor; “Bilim ve din birbirinden kesinlikle ayrı düşünülemez, birbirlerini tamamlayan şeylerdir. Eğer bir kişi size gelip bilimle din ters düşüyor diyorsa ya bilimi bilmiyordur ya da dini bilmiyordur ya da büyük ihtimalle her ikisini bilmiyordur.” Evet, arkadaşım birisi gelip öyle bir şey söylerse aklında bulunsun BİLMİYORDUR...
Yazar| Mustafa Bölükbaş

Yorumlar

Yorum Gönder