Japon’sun Bir Kere

Acemi bir köşe yazarının ilk yazısını, geçen hafta okumuştunuz. Genel itibariyle, olumlu tepkiler aldım. Konuların daha da açılması, daha iyi olurdu dediler. Tahmin ediyorum ki bu tarz bir yorumun gelmesinin sebebi bezmiş olmamızdır. Sayın okur ne yazık ki, o konular; Türkiye’yi ve hatta dünyayı ilgilendiren, başlıca problemlerden. Bu problemler kümesinin, birçok müntesibi var. Tabiri caizse; say say bitmez…
Saymak bir kenara dursun, bu problemlerden bir tanesi olan ve güncelliğini yitirmeyen bir konu var bu ara, herhalde dikkatinizi çekmiştir. Biz bir süredir, ekonomik kriz diyoruz, ama bazı kesimler öyle bir şey yok diyor. Ee güzel kardeşim, öyle bir şey olmasa; neden vatandaşa “Peçete sat.” denip sırtı sıvazlansın. İşçisi, emekçisi, emeklisi, öğrencisi; yani yurdumun insanı zor durumda ve bu gözler önünde.
★★★
Geçen sabah uyandığımızda, gazete de gördüğümüz bir haber; bize, elli bin göçmenin daha geleceğini söylüyor. Yoksa kriz yok mu? Ee ama vatandaş zor durumda! Ucu ucuna yetişen ay, artık yetişmeyip, açık kalıyor. Öğrenci yemeğinden feragat ediyor, bir daha ki ayın parasını dört gözle bekliyor, on gün evvelden. İşçi, çalışacak iş bulmakta zorlanıyor; işverense, beğenmiyorsan git deyip; kapıdaki mülteciye dayıyor sırtını. İşçi, çocuğunun botundan feragat ediyor. Emekli, zaten maaş yetmiyor deyip başlıyor iş aramaya, okuyanı var, çoluk çocuğu var. Daha nicesi…
Benim yaşadığım ülkede vatandaşın durumu bu iyi de kriz yok diyorsunuz. Orası neresi? Ama bir kısım da var ki; gerçekten durumları harikulâde, şatafat, saltanat yerinde. Onların, memlekette aslanla ekmek arasındaki ilişki nasıl acaba!
★★★
Sayın okur, asgari ücret görüşmeleri var bu sıra, gözüne çarpmıştır illa ki. Bu görüşmelerde; işçiye, emekçiye verilecek aylık ücret, hak, konuşuluyor. İşçi sendikası, işveren sendikası ve hükümetin olduğu bir masada tartışılan ücret için; TÜİK, 2.331 liranın bu milletin emekçisine yeterli olduğunu söylüyor. Masadaki işveren sendikası 2.262 lira yeter diyor. İşçi sendikası ise 2.578 liranın altında masaya oturmam diyor. Bu tartışmanın yapıldığı ülkemde açlık sınırı 2.103 lira, yoksulluk sınırı ise 6.850 lira. Bu, gözümüzün önünde dursun, bunu irdeleyelim. Bir başka olaydan bahsedeceğim;
Türkiye’ nin bir belediyesinde 420 kişilik, farklı alanlardan, kadrolar açılıyor. Kadroya başvuran kişi sayısı, korkunç bir sayıyla: 25.000. Başvuran insanlar; endüstri mühendisi, hukuk fakültesi mezunu insanlar. Sayın okur bunları da irdeleyelim. Hatta Uşak’ ta, işsiz bir vatandaşın, açlıktan bayıldığını da unutmayalım. Bundan; insan olarak hepimiz sorumluyuz.
★★★
Müreffeh ve gelişmiş ülkeler, nasıl bu kriz ortamının oluşmasını engelleyebiliyor? Bu soruyu soralım, çünkü on yılda bir kriz ortamıyla karşılaşıyoruz. Bir cümle yetecektir galiba bunu anlatmaya; Üretim, bilime ve bilgiye verilen değer…
Biz, üretiyor muyuz? Biz, bir şeyler ortaya koyuyor muyuz? Biz, üretimin en önemli unsuru olan bilime, ne kadar önem veriyoruz? Biz, teknoloji üretmeye ve satmaya ne kadar önem veriyoruz? Bu ve bunun gibi soruları gerçekten dürüst bir şekilde cevaplıyor muyuz? Bu soruları soralım.
Bizim ülkemizde “özelleştirme” diye bir hastalık vuku buldu. Ekonominin kaleleri olan fabrikalarımız, bu hastalığa yakalandılar. Özelleştikçe özelleştiler, ama bu fabrikalar denetlenmediler. Üretim yapılıyor mu, yapılmıyor mu diye sorgulanmadılar. Peki, onca fabrika üretmedi mi, Türkiye’de üretim yok mu? Var sayın okur, ama yeteri kadar değil ve nitelik yok. Mesela; müreffeh bir ülke olarak ele alabileceğimiz; Japonya, bugün beş yüz gramlık teknoloji ürününü sattığında elde ettiği meblağ, bizim bir ton ürünümüzün fiyatına denk. Üretiyoruz, üretmesine de bunun niteliği ne! 2018 yılında, Sayın Emin Çapa bir sunumunda; Türkiye’ deki sanayii kuruluşlarından, sadece %0,3’ ünün yüksek teknoloji ürettiğinden, %60 civarı kuruluşun ise düşük teknoloji ürettiğinden bahsetmişti. Bu tablo, durumun vehametini gösteriyor.
★★★
Peki, Japonya bunu nasıl yapıyor ve müreffeh oluyor? Disiplinli biçimde ve çok çalıştıkları herkesçe bilinen bir gerçek. İşlerinde kesinlikle, liyakati ön planda tutuyorlar. Kaizen ve bunun gibi teknikleri işlerinde uygulamaya özen gösteriyorlar. Özverileri, ne deseniz değer. Bilinçlenmenin ve sürekli iyileşmenin farkındalar. Seni seçtim çünkü sen farklısın, Japon’sun bir kere akıllı adamsın. diye bakmıyorlar olaya. İşi, ehline veriyorlar her daim. Türkiye’ de yapılması gerekende budur ama liyakat sisteminin ülkemizde oturmamış olması, en büyük problemlerden. Nepotizm, hastalık seviyesinde. Yaraşırlığın dikkate alınmadığı bir yerde, nitelikli işten bahsetmek yersiz olur. Bu durumda yapılan üretim ile ilgili sorduğumuz sorulara ne kadar dürüst cevap alabiliriz ki.
★★★
Sayın okur, eğer hayatımız için nitelik istiyorsak; bir hareket başlatmalıyız, kendimizden itibaren. Bu hareketin, temel amacı müreffeh olmaksa eğer; bilinçlenmeye ve bilgilenmeye ihtiyacımız var. Gazi Mustafa Kemal’ in “Bir millet ki resim yapmaz, bir millet ki heykel yapmaz, bir millet ki tekniğin gerektirdiği şeyleri yapmaz, itiraf etmeli ki o milletin ilerleme yolunda yeri yoktur.” sözleri bize bundan bahsediyor. Eğer, okumaz, irdelemez, araştırmaz, sorgulamazsak ve fikir dâhil üretim gerçekleştirmezsek; sanattan ve teknikten uzak durursak daha çok kriz görürüz sayın okur. Bu milletin refaha ihtiyacı var. Kriz yok demek, bu ihtiyacı görmezden gelmek demektir. İlerleme yoluna çıkıp, o yolda yerimizi bir an önce almamız için, daha çok okumamız, daha çok öğrenmemiz, bilgiye daha çok önem vermemiz gerekir. Azmetmek, görevimiz...
Yazar| Mustafa Bölükbaş

Yorumlar