İNSAN, BU BİZİZ


Ey insan!

Öldürürken aynaya baktık mı hiç?

Sömürürken aynaya baktık mı hiç?

Bir çiçek verirken aynaya baktık mı hiç?

Hülasa; bu soru cümlelerinden nihayetle, kendimizi görebildik mi her iyilik veya kötülüğümüzde?

Ucu bana, sana, ona da dokunduğundan insan üzerine konuşmak istiyorum bugün. Aklımda milyonlarca fikir ve kalbimde adı olan veya olmayan milyonlarca duyduğum his. İnsanız karşımızdaki ne yapsa bir şey ya anlıyor ya da hissediyoruz. İnsan bu anlaşılan düşüncelerin ve duyulan hislerin bazılarına isim koyarken bazılarını isimsiz bırakmış. Kibir demiş mesela karşımızdakine büyüklendiğimizde; birimiz gelip nedensizce sarıldığında bize mutluluk koymuş adını, duyduğumuz hissin; birimiz diğerini ezmeye, eziyet etmeye kalktığındaysa zulüm koymuş adını. Bazen bazıları isimsiz bırakılmış, bazılarınaysa isim verilmiş fakat herkes farklı anlamış. Bir doğumla başlamış bu hisleri duymaya insan ve yolculuğu anlamakla, düşünmekle devam etmiş. Bazen iyilikler yaparken karşısındakine, bazense kötülükler yapmış. Bu bağlamda insan farklıdır işte; bazen mükemmel olabilirken, bazense aşağılıktan daha aşağı olmayı becermiştir. Çok “bazen” dedik sanki…

Montaigne insandan bahsederken: “Şurada, dünyanın çamuru ve pisliği içinde oturduğunu, evrenin en fena, en ölü, en aşağı katında, göklerin kubbesinden en uzakta, üç cinsten yaratıkların en kötü haldekileriyle birlikte, dünya evinin en alt katmanında bağlı ve çakılı olduğunu bilir, görür ve yine hayaliyle, aydan yukarılara çıkıp gökleri ayaklarının altına indirmek sevdasıyla yaşar.”  demiştir. Yaaa, insan insana nasıl da acımadan şaaak diye tanımı yapıştırıyor. Montaigne, biraz ters adamdır huyuna suyuna gidiyoruz işte…

İnsan tamda budur aslında; hayvana kıyar, eziyet eder onun kendisine bir şey yapamayacağını bilerek; insana kıyar, sömürür, kırar meselesinin oturup bir düşünse ceviz kabuğunu doldurmayacağını bilerek. İnsan, dünyaya getirdiğine yani yavrusuna göstermediği veya maalesef ki gösterdiğinden sebeple yavrusunu eksik bırakır öldürür, içindeki insanı maalesef ki. Bundandır ki psikiyatri bilimi zuhur etmiştir ve çok çeşitli kötülükler vardır insanın dünyasında.

İnsan her zaman, her yerde kötü değildir.

İnsan; üzerinde olduğu dünyanın pisliğine, çirkefliğine ve bütün kötülüklerine rağmen araştırır sorgular, yazar ve roket fırlatır, mekik gönderir. Dünyaya bir dışardan bakar, bir içerden. Merak eder insan, araştırır bu dünyaya nasıl geldiğini, bu dünyanın nasıl gideceğini. Her gün yeni bir icat kardeşim. Çabası, bugün buysa yarın bundan daha iyisini yapmak içindir. Bu dünyaya niye geldiğini anlamak ister ve bahsedildiği üzere göğü ayakları altına almak ister. Ya bak şimdi, biz hep dünya şöyle dünya böyle diyoruz da bu insan kalkıp Mars’ a gitmek istiyor. Aşk, felsefi veya benzeri söz literatürlerimizin Mars’a uyarlanması gerek kanımca.

Mars bir gündür, o da bugündür.

İnsan; üzerinde olduğu dünyanın kendi payına düşen bütün zorluklarına rağmen çabalar, vazgeçmez. İçinde olduğu dünya çamuru, pislikte olsa insan bu hayata tutunmaya çalışır. Akşam evine ekmek götürmeye çalışır mesela. Dibi görür bazen; bazense hayatın nirvanasındadır. Bazen düşer ve bir sonraki düşüşünde aynı hatayı yapmamak üzere düştüğü yerden kalkar ve benim nezdimde güçlü olmak budur. Başarısızlığı tecrübe görmektir. Başarısızlık, başarmak için bir adımdır bazı insan için. Bazen de düşer insan, kalır olduğu yerde, der ki “Ben buradan kalkamam artık”. Ama eşi dostu ayağa kaldırır ve içgüdüsü de vefasız değilse dünyanın çamuruna aldırmadan o da çabalamaya başlar. Bu çabalar hayalleri içindir elbette, en kötüsünün bile bir hayali vardır belki, hayal kurar insan. Azmeder ve çabası kanaat getirir ve hayal gerçekle bir temaşa eder ve hayal bütün hatlarıyla gerçekliğe dökülür. Keramet varsa azimdedir; ama insanın en kolay tahakkuk edecek hayallerine karşı bile, umudu yoksa hayalleri anlamsızdır. Umut çamaşır suyuyla yıkanmışçasına silinmişse insanın fıtratından yaşamaya bile bahane aramaz ve vazgeçer her şeyden, onun için diyoruz ya “Bir umuttur yaşamak.”

Bir umuttur yaşamak ama yaşamaktan ibaret değil ki insan.

Bahsettiğim; insanın tek gerçek dediği ve ondan başkası yalan diye nağmeler dillendirdiği birşey. Aynı zamanda ölür değil mi insan. Bir doğumla başladığı yolculuğun, bitişi budur. Üzerine Afyon’un mermer madenlerinden yapılmış bir mezar taşı konmasıyla son bulur hayat. Eğer fikirleri varsa, akıllarda kıyamete kadar yaşar. Bütün hayatın yorgunluğu insanın ruhuyla burada çıkar, üstelik bir yorgunluk kahvesine ihtiyaç duymadan. Hepimiz için ölüm vardır ve adaletlidir, eşittir. Bütün o aynaya bakmadan yapılanlar, iyilikler ve kötülükler, artık geride kalmıştır. Toprak veya ateş veya su, artık içerisine almıştır tüm bedeni. Biliyorum, negatif bir paragraf ama napalım insandan konuşuyoruz, muhtemel sondan bahsetmezsek olur mu?

Sezar’ dan rol çalmak gibi olmasın ama insan; doğar, yaşar ve ölür. Yaşarken umutlarımızın kaybolmaması, iyi eylemlerimizin kötülerinden daha ağır basması, bütün yaşamımız boyunca hissedebilmemiz dileğiyle. Dönüp baktığımızda  işte insan, bu biziz diyebilmek dileğiyle…

Yazar| Mustafa Bölükbaş

Yorumlar

Yorum Gönder